Bodrum(ORG)

YOL TARİFİ

Yaz aylarında Bodrum’da gitar çalıp şarkı söylediğim dönemler… O zamanlar şimdiki gibi değil, Bodrum’da 50 cafe-bar varsa, en az 30’unda canlı müzik var. Gitar çalıp şarkı söyleyenler çok tutuluyor. Geceleri en az 3 saat çalıp söylüyorum, gündüzleri ise bazen denize giderek, bazen de arkadaş tezgahlarını ziyaret ile geçiyor.

Yine bir tezgah ziyareti. Duvara asılı şekilde Bodrum konseptli t-shirt satan bir arkadaşım. Bir yandan çay içip sohbet ediyor, bir yandan beraberce satış yapıyoruz.

Tam tezgahın önünde bir turist Bodrum’un yerlisi olduğunu tahmin ettiğim gençten birine gitmek istediği yerin tarifini soruyor. Aralarındaki diyalog İngilizce geçiyor ancak Bodrum’lu gencin İngilizce’si pek yeterli değil.

Turist — Hello my friend, how can I go to “…” Would you please give me the directions?

Bodrum’lu Genç — From here go, go, go önce turn left, sonra go, go, go. You will see Halkbank. It is Halkbank karşısında.

Turist şaşkın bir şekilde gencin yüzüne bakıyor, hiçbir şey anlamıyor ve tekrar soruyor.

Turist — I can’t get it, give me the directions please.

Bodrum’lu Genç — Söyledim ya, go, go, go turn left, sonra go, go you will see Halkbank.

Tam bu noktada Bodrum’lu genç, turistin “Halkbank” kelimesini anlamadığını farkediyor ve devam ediyor.

Bodrum’lu Genç — You will see Halkbank, yani HELKBENK, you will see HELKBENK…

O anda arkadaşımla göz göze geliyoruz ve gözlerimizden yaş gelene kadar dakikalarca gülüyoruz…

ÇİÇEK VE ŞOKOLÂ

Bodrum’da çalıp söylediğim dönemler, 1989 yazı. O dönemlerde Bodrum’da görüştüğüm genç bir aile var. Ailece turizm konusunda çalışıyorlar. Genellikle Pazar günleri Bodrum civarındaki koylara denize girmeye gidiyoruz.

Yine bir Pazar günü beni aldılar ve koylardan birine doğru yola çıktık. Orada uzaktan akrabaları bir hanım ile buluşup günü beraber geçireceğiz.

Yanlış hatırlamıyorsam Ortakent civarı bir yerde buluştuk. Yaşı ilerlemiş ama çok güzel bir hanım. Şezlong üzerinde uzanmış, güneşleniyor. Güneş altında renk değiştiren gözleri ve yaşına göre pürüzsüz denecek kadar düzgün bir cildi var. Hareketleri estetik,  konuşması nazik. Karşısındakine “siz” diye hitap ediyor. Hanımın adı “Feriha Tevfik”. Yani ilk Türkiye güzeli. 1929 yılında Cumhuriyet Gazetesinin düzenlediği bir yarışmada birinci seçilmiş. Daha sonra sinema ve tiyatroya geçiş yapmış.

Öyle güzel anlatıyor ki bitmesini istemiyor insan. Oynadığı filmler, tiyatro oyunları, hobileri. Bana söylediği en güzel cümle ise bir öğüt niteliğinde “Kadınları mutlu etmek için iki şey gereklidir, çiçek ve şokolâ”.

Gün bitti, ayrıldık. O günden sonra bir daha hiç karşılaşmadık. 2 sene sonra da gazetede beyin kanaması sonucunda hayata veda ettiğini okudum. Işıklar içinde uyusun...

ŞAMPUANIM ÇALINDI!

Yaz aylarında çalıp söylerken kısa bir Kemer/Antalya geçmişim de oldu. Çok değil 2 ay kadar. Yaz başında Kemer’e gidip iyi kötü çalıp söyleyen bir arkadaşım beraber çalışmayı teklif etti. Bir süre düşündükten sonra denemeye karar verdim. Eşyalarımı toplayıp Kemer’e gittim.

Öncelikle kalacak yer işini halletmemiz lazım. Kemer içinde çeşitli pansiyonlara bakıyoruz. Fiyatı uygun olmalı, merkeze yakın olmalı, yürüyerek çalacağımız yere gidip gelebilmeliyiz. Ne kadar çok kriter var.

Sonunda apartman dairesinden bozma, ortak mutfak ve banyosu olan bir pansiyona yerleşmeye karar verdik. Alt ve üst katlar da aynı şekilde kullanılıyor. Bulunduğumuz kattaki banyo meşgul ise diğer katlardaki banyoları kullanabiliyoruz. Pansiyonda hızlı bir konaklama trafiği var, gelenler bir iki gün kalıp ayrılıyorlar. Yerine yenileri geliyor.

Gündüz saatleri genelde deniz, kum, güneş ile geçiyor, geceleri de çalıp söylüyoruz. Yine bir deniz sefası sonrasında akşam programı hazırlığı için duş yapmam gerekiyor. Havlumu ve daha yeni aldığım hiç kullanılmamış şampuanımı alıp ortak banyoya yöneldim. Banyo doluydu. Üst kattakini kullanmaya karar verdim. Duş işi bitti, odaya geri döndüm.

Aradan bir saatten fazla zaman geçmişti. Şampuanımı üst kattaki banyoda bıraktığımı fark ettim ve üst kata çıktım. Yeni şampuanım banyoda duruyordu ancak yarısından fazlası kullanılmıştı. Ortalıkta duran sahipsiz bir şampuan, pansiyonda kalan onlarca kişi, kimbilir kimler kullandı. Sizin malınız değil ki, neden kullanıyorsunuz? Kalan şampuanı alıp odaya döndüm.

O anda aklıma bir hinlik geldi. Hemen caddenin karşısındaki eczaneye koşup bir tüp Lapiden aldım. Tüpün tamamını şampuanın içine sıktım, biraz su ekleyip çalkaladım. Tekrar üst kata çıkıp şampuanı “unutulmuş” gibi banyoya bıraktım.

Ertesi sabah üst kattaki banyoya gittiğimde “katkılı” şampuanım yerinde değildi. Birileri almış. Büyük bir ihtimalle o sabah pansiyonu terk edecek kişilerden biri.

Şampuanımı alan kişinin kalan tatili nasıl geçti bilmiyorum ama pek iyi olmasa gerek...

ŞARKI BİTSİN, UYANIRIM

Tatil yörelerinde müzik hayatım aslında Marmaris’te başladı. Marmaris’te şimdiki barlar sokağında bir yerde çalıp söylüyorum. O yıllarda cep telefonu gibi gelişmiş bir iletişim aracı yok. Her gün evi arayıp görüşüyorum. Yine evi aradığım bir gün annem bir arkadaşımın Marmaris’e geldiğini ve benim nerede olduğumu öğrenmek için aradığını söyledi. Ertesi gün tekrar arayacakmış. Ben detaylı bilgiyi anneme ilettim. İki gün sonra da arkadaşım çaldığım barın kapısında belirdi.

Sohbet muhabbet faslından sonra Ertan ertesi gün günübirlik tekne turuna gitmek istediğini söyledi. “Yapma abi, bütün gün sağa sola sallanarak güneş altında, çok yorucu, gitmeyelim.” dedim ama dinletemedim.

Ertesi gün günübirlik tur teknelerinin kalktığı yerde buluştuk, kafamıza göre iyi sayılabileek bir tekneye bindik ve denize açıldık. Yolda arabesk ve 9/8’lik şarkılara maruz kalarak deniz molası verilecek koylardan birine demirledik. Güneş tam tepede, neredeyse beynimiz pişecek.

Deniz faslı, öğle yemeği, başka bir koyda ikinci deniz molası derken dönüş yoluna geçtik. Deniz de biraz dalgalanmaya başlamıştı. Sağa sola sallanarak süren dönüş yolculuğu sonrasında karaya ayak bastık. Bastık da ben hala sallanıyorum, yalpalayarak yürüyorum neredeyse. Üstelik üzerimde müthiş bir yorgunluk var. Daha gideceğim, çalıp söyleyeceğim, program yapacağım. Beni zor bir gece bekliyor.

Pansiyona dönüp kendime gelmek için bir duş aldım, akşam için hazırlıkları tamamladım. Program saati yaklaşıyor ama bende yeterli enerji yok.

Çaldığım bara gittim, Marmaris’teki arkadaşım da beni dinlemek için orada. Programa başladım, ancak gözlerim kapanıyor. Gece bitmeyecek gibi.

İlk saat sorunsuz geçti. Biraz ara verip programın ikinci yarısına devam ettim. Çalıyorum, söylüyorum ama gözlerim kapalı. Neredeyse rüya görüyorum. Yemek molası için teknenin bağlandığı iskelenin karşısındaki hediyelik eşya satan dükkandan bir şeyler alıyorum, kahve fincanlarını inceliyorum... Derken ani bir sessizlik oldu. Parça bitmiş, hem de hatasız bir şekilde. Birden gözlerim açıldı, uyandım.

Galiba şarkı söylemek için mutlaka “uyanık olmak” gerekmiyor, beyin arka planda işi hallediyor.

KANLI EL İZLERİ

Yaklaşık bir aylık Marmaris deneyiminden sonra sezon ortası Marmaris’ten Bodrum’a geçiş yapmıştım. Bodrum’daki ilk günüm. Yani Bodrum macerası o gün başladı. Malum Bodrum Marmaris’ten çok daha canlı, eğlenceli, kazançlı ve macera dolu...

Öğleden sonra Bodrum’a geldim. Orada yaşayan uzak bir tanıdığın yardımıyla barlar sokağı üzerinde bir pansiyona yerleştim. Pansiyonun konumu çok ilginç. Sokak üzerindeki bir barın kapısından içeri giriliyor, arka kapısından çıkıp merdivenlerden üst kata çıkılıyor ve karşınızda pansiyon odaları. Ortak kullanımda duş ve tuvalet, bir köşede mutfak görünümlü bir bölüm, konaklayan kişilerin yiyeceklerini saklamaları için iki de buzdolabı. Aynı gece bir barda deneme için program yapacağım, ancak Bodrum’u da tanımam gerekiyor. Eşyalarımı odaya bıraktıktan sonra kısa bir tur için yürümeye başladım. Yol üzerindeki barların kapılarında sahne alan sanatçıların resimleri var. Birkaç kişi hariç neredeyse hepsi tanınmış kişiler. Tam bir kurtlar sofrası yani. İşim çok zor. Akşam deneme programı yapacağım barı da önceden buldum. Programa geç kalmamak lazım çünkü barda program yapan diğer kişiler arasında yarım saatlik bir süre ayarlanmış. En iyi çalıp söylediğim parçaları seçip kendimi kabul ettirmem gerekiyor.

Keşif turu sonrasında o güne kadar yediğim en pahalı hamburger ve kola ile akşam yemeğini aradan çıkarttım. Pansiyona gidip gitarımı, nota sehpasını ve şarkı defterlerimi alıp barın yolunu tuttum. Başlamam gereken saatten erken bir saatte gittiğim için program yapan diğer kişileri de dinleme şansım oldu.

Sıra bana geldi. Önceden karar verdiğim dört İngilizce, dört de Türkçe parçayı çalıp söyledim. Anladığım kadarıyla bar müşterileri tarafından beğenilmiştim. Program sonrasında bar sahibi yanıma gelip her gece belli saatler arasında çalıp söylememi istedi, hatta o gece tüm programlar sonrasında bir süre daha program yapmamı talep etti. Sürekli iş konusu da tamam galiba.

Başarılı bir program sonunda bardan çıkıp kaldığım pansiyona doğru yürümeye başladım. Saat neredeyse iki olmuş, ortalık sakinleşmeye başlamış. Pansiyona giriş yapılan bara geldim. Bir gariplik var, etrafta kimse yok. Duvarlarda aşağı doğru ilerleyen kanlı el izleri, kırık masa ve sandalyeler, yerde kırılmış şişe ve bardaklar. Korkmadım dersem yalan olur, ancak o gece orada uyumak zorundayım, zaten günün yorgunluğu üzerimde, üstüne bir de program yapmışım, gidecek başka yerim yok.

Tedirginlikle barın arka kapısından çıkıp pansiyon kısmına geçtim. Yukarı çıkıp odama girdim ve kapıyı kilitledim. Arkasına odada bulunan masayı çektim ve yatağa uzandım. O yorgunlukla birkaç dakika içinde uyuduğumu sanıyorum.

Ertesi sabah geç bir saatte uyandım ve bar kısmına aşağı indim. Ortalık toparlanmıştı ama duvardaki kanlı el izleri hala duruyordu. Neler olduğunu sordum. Gece benim olmadığım saatlerde iki grup arasında şiddetli bir kavga çıkmış, bıçaklar çekilmiş, sandalyeler havada uçuşmuş, olaya polis müdahale etmiş, birileri polis tarafından götürülmüş, bir sürü tatsız konu. Bar ise birkaç gün kapalı olacakmış.

Bodrum maceram tatsız bir olay ile başlamıştı. En büyük şansım ise olaylar esnasında orada olmamam. Hemen eşyalarımı topladım, kaldığım gecenin ödemesini yaptım ve pansiyondan ayrıldım.

Kısa bir arayıştan sonra takip eden altı yıl boyunca Bodrum’daki evim ve ailem olacak aile işletmesi pansiyonu buldum. Çok merkezi bir yerde ve program yaptığım bara en fazla yüz metre uzaklıkta. Pansiyona yerleştim ve o gece huzur içinde uyudum. Bodrum maceramın sonuna kadar ilk gün yaşadığım tatsız olaya benzer herhangi bir olaya da şahit olmadım.

TEK YAŞINA

1991 yılı, Bodrum’da en tanındığım dönemdi. Program için çaldığım bara gittiğimde sadece birkaç masa doluyken, üçüncü ya da dördüncü parçada bar tıka basa doluyor, içeceğini alıp ayakta dinleyenler bile oluyordu. Programa genelde İngilizce parçalarla başlayıp kısa bir ara verdikten sonra Türkçe parçalarla devam ediyordum. Tabii ki ilerleyen saatlerde katılım çok daha fazla oluyordu.

Yine kalabalık bir gece ve güzel bir bar ortamı. Çoğu misafir Türkçe parçalarda bana eşlik ediyor, benimle beraber söylüyorlar. Parça aralarında ise yanıma gelip sevdikleri bir parçanın adını söyleyip çalmamı istiyorlar. Eğer parçayı biliyorsam ve o gece içimden o parçayı çalmak geliyorsa kırmıyorum, ancak çalmak istemediğim bir parça için nazikçe bilmediğimi söylüyorum. Birkaç kez çaldığım bir parça sonrasında “Dün gece bu parçayı istemiştim, bilmediğinizi söylemiştiniz” şeklinde yorumlarla karşılaştığım da oldu.

Bu kez istek parçası Ayten Alpman’dan (ışıklarda uyusun) “Tek Başına”. Çoktandır çalmıyordum, tam zamanı işte. Parçayı çalmaya başladım. Çok bilinen ve sevilen bir şarkı olduğu için nakarat kısmına gelince hep bir ağızdan söylemeye başladık. Ancak bir terslik var. İnsanlar benimle beraber söylüyor ama bir yandan kahkahalarla gülüyorlar. Ben söylemeye devam ediyorum ama olanlara da bir anlam veremiyorum. Son anda fark ettim ki parçayı “Yoksa yalnız mısın sen yine, benim gibi boynu bükük, gözü başlı, tek yaşına” şeklinde söylüyormuşum.

Çoğu insan ortamı neşelendirmek için bilinçli olarak öyle söylediğimi sanmış, ancak gerçekte sahnede dil sürçmesi yaşadım.